Popüler Yayınlar

4 Mayıs 2011 Çarşamba

İnsanlık hali

Çoğumuzun bildiği gibi ülkemizde üniversiteye girebilmek için önce bir sınavdan geçmek gerekiyor. Her üniversite adayının bu sınava karşı çeşitli etkenlerden (fem, cemaat, şifre) dolayı nefret ettiği kesin. Benim konum, zaten antipati duyulan, bu sınavdan bahsetmek değil. Bu sınavdan önce öğrencilerin çektiği sıkıntılar olacak.
Genel itibari ile liseye giren her öğrenci daha yeni girmiş oldukları sınav (oks,lgs,sbs) stresinden kurtulmanın verdiği rahatlıkla bir güzel yatar. Yatar derken dersleri iplemez. :D O kadar cefa çektik, biraz da sefasını sürelim deyip lise hayatına büyük bir tembellik ideolojisi ile başlar. Açıkçası bende böyle oldu. Üniversite sınavına daha çok var diye yattım.
Gel gelelim işin aslı böyle değildir. 3 yıl boyunca yaptığın tembelliğin sonucu olarak son sene bütün konuların sıkışır. Evine bir özel hoca girerken diğeri çıkar. E haliyle önce bir sağlık raporu ayarlamalı insan. Sonra neme lazım devamsızlıktan kalırız falan.
Son sene öğrencimiz çok garip hallere girer. Genelde evde hep yalnız kalır. Küçük/büyük kardeş/ler okula gider, baba iştedir, annenin "gezmesi" olur. Bizimkide sabahtan akşama kadar evde özel hoca ödevlerini yetiştirir. Amma evde yalnız kalmanın bazı sakıncaları vardır. Kişi o kadar sıkılır ki artık kendi kendine konuşmaya başlar. Bir süre fark etmez bu durumu. Fark ettiğinde ise trajikomik bir şekilde kendi kendine konuştuğunu, kendisine yüksek sesle söyler. Bu arada bu şizofreni belirtisidir.
Tabi öğrencimizin bir de (illa ki) hoşlandığı bir kız vardır. Kendi kendine evde (kız için) serenatlar yapar. Sonra efendime söyleyeyim oturur bilgisayar başına sosyal ağ sayfalarına gezinir, bir-iki paylaşım yapar. Siyasi konulara girer. (Bu arada internetime dokunma lan! (o anladı))
Bu şekilde senesini bitirir, sınava girer çıkar ve -Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir--Spoiler içerir-
Size sadece buraya kadar bilgi verebiliyorum. Hemen sonuca bağlamaya çalışırsam eğer;
Demem o ki lise son öğrencisine fazla yüklenmeyin yazıktır, ayıptır. Bırakın 1 yıl içinde neler yaptığını görün. Hayatını yıkıyor mu yoksa yükseltiyor mu izleyin.

3 Mayıs 2011 Salı

R.I.P. -22 Ağustos-

Yazmayalı uzun zaman oldu. Bu arada aramıza yeni bir yazar geldi - The Doctor-. Kendisine hayırlı uğurlu olsun diyorum efendim. Gelelim konuya; Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu, kısaca BTK tarafından hazırlanan bir kanun 22 Ağustosta yürürlüğe girecekmiş ve bu kanuna göre Türkiye'de internet kullanan herkes BTK tarafından belirlenen 4 adet paketten birini seçmek zorunda olacakmış. Paketlerin içeriğine bakınca yazının başında neden R.I.P. dediğim anlaşılır heralde. 4 paketin tek bir amacı var : interneti sansürlemek. Biraz daha açayım isterseniz. Ne yaptığını bilmeyen, hangi platformu yönettiğinin farkında olmayan sosyal medya özürlüsü yöneticilerin istediği sitelere girecekmişiz istemediklerine giremeyecekmişiz. Sansürlenen sitelere de girmeye çalışmak dahi suç kabul edilecekmiş.

Düşünsenize, gazete bayisine gidip gazete alacaksınız, bir gazeteyi istediniz ama bakkal satmıyor. Çünkü size yasak o gazete. Başka mahalleden gelenler alabiliyor ama siz alamıyorsunuz.

Bir de paketlerin içeriği o kadar esnek tutulmuş ki bir saniyelik bir kararla en özgür(!) paketteki kullanıcı bir anda nolduğunu anlayamadan tam sansürlü diğer pakete geçirilebilir. Bunun olmayacağının garantisini kim verebilir?

Amaç çocuklarımızı pornografiden korumak diyenler çıkabilir. Elbette haklı olabilirler ama bunu yapan ücretli/ücretsiz bir sürü program internette tüm kullanıcıların kullanımına açık zaten. Sen 40 yaşındaki kocaman herifi müstehcenlikten koruduğunu mu iddia edeceksin bu kanun sayesinde? Kaldı ki neye göre ve kime göre müstehcenlik? Bu herkese göre değişebilir.

Ve son olarak basın özgürlüğü, ileri demokrasi ülkesi olduğumuzu iddia edenler heralde artık fark etmişlerdir. Ya da fark etsinler artık mümkünse. Bu tür kanunlar sadece Çin, İran gibi diktatörlerin hakim olduğu ülkelerde geçerli ve bu ülkeler basın özgürlüğü sıralamasında en sondalar. Yani bizim onların kanunlarına eşdeğer bir kanun çıkarmamız demek basın özgürlüğümüzün dünyada en son sıraya gerilemesi demektir. Bu durumu oluşturmayı bırakın böyle bir kanun çıkarmayı teklif etmek bile gericiliğin daniskasıdır. Lütfen bu insanlar demokrasi kelimesini ağızlarına almasınlar, çünkü demokrasi kelimesinden bizleri bıktırmış durumdalar.

Öhm, Dub dub. Merhaba! :)

Büyük gecelerde, ya da bir hayır kurumu için verilen akşam yemeklerinde ya da buna benzer buram buram resmiyet kokan gecelerde, hani hep genç biri mikrofona geçer ve heyecandan ne yapacağını bilmez. Şöyle bir öksürür, mikrofona vurur iki kere ve ardından"Merhaba" der. İşte o heyecanla sarf edilmiş bu ilk cümleyi, en az onun kadar heyecanlı olduğum için, ilk yazımın başlığına taşıdım.
Sanırım kendimi tanıtmakla başlayabilirim işe. "The Doctor" (Doktor)bu nick'i doktor olmak istediğim için kullanmıyorum. Yani önceliğimde doktor olmak yok, belki sonra :). Doktor kelimesi latince kökenli olup (doctore), öğreten, eğiten kişi anlamına gelmektedir. Tabi zamanla bu kişilerin kullanımı artmış. Bizim kültürümüzde "bilge" dediğimiz kişi aslında doktorun ta kendisidir. Doktorun zaman içinde anlamı sadece sağlık getiren şifacı olarak kısıtlanmıştır.
Evet biraz iddialı bir nick olabilir ama herkesin kendi hayatının doktoru olduğunu varsayarak aslında gayet normal bir seçim diyebiliriz. :P
Bence bu kadar tanışma yeter. Hatta ilk yazım içinde şimdilik bu kadar demeliyim. En kısa zamanda ilginç bir şeyler yazma çabası içine gireceğime emin olabilirsiniz.
Dip not: The Antagonist beğenmezseniz küfredersiniz demiş. Kendisine katılıyorum.